Sabırsız Yürek (Stefan Zweig)
Stefan Zweig 'in ''Satranç'' adlı öyküsünü çok beğendiğim için hemen sonra yazarın ''Sabırsız Yürek''adlı romanını okumaya karar verdim.
Bu kitabın da akıcı bir anlatımı dikkat çekiyor. Kelimeler, cümleler su gibi akıyor. Bu nedenle çok severek okuduğumu söyleyebilirim.
Kitabın konusu, anlatımı çok akıcı olmasının yanında karakterlerin ruh halleri, tepkileri ve psikolojileri de çok iyi yansıtılmış.
O kadar gerçekçi ve detaylarıyla bahsediliyor ki gözünüzde net olarak canlandırdığınız gibi siz de o atmosferi yaşıyorsunuz. Bazen sinir oluyor, bazen kızıyorsunuz. Bazen şaşkın hareketlere gülümsüyorsunuz.
Yalnızca kitabın bir bölümü bana çok uzun geldi. O da doktorun Kekesfalva'nın geçmişini anlattığı bölüm. Aslında bu kısım da çok güzel anlatılmış. Ancak çok ayrıntılı olması ve uzun sürmesi beni sabırsızlandırdı. Bir an önce bu bölümü bitirip ana konuya dönmek için can attım.
'' Sabırsız Yürek ''adlı kitap aynı zamanda ''Acımak'' ve ''Merhamet'' adlarıyla da Türkçe' ye çevrilmiş.
Kitabın Konusu;
Tuğgeneral Hofmiller'in bir yazarla tesadüf ve ilginç tanışması sonucunda bu yazara yirmi beş yaşında henüz süvari teğmeniyken yaşadığı, kendini derinden etkileyen bir olayı anlatır. Hofmiller'in kendi anlatımıyla bu trajik olayı öğreniyoruz.
Süvari teğmeni Hofmiller, arkadaşının ona ayarladığı bir davetiye ile zengin biri olan Kekesfalva 'nın malikanesine teşrif eder.
Bu davette muhteşem bir sofra, leziz yemeklerden sonra dans faslına geçilir. Bu ihtişamdan bu zenginlikten adeta sarhoş olan teğmenimiz birkaç hanımefendiyle dans ettikten sonra ev sahibinin kızını dansa kaldırmadığını fark eder. Bunun telaşıyla kızı aramaya başlar ve onu bulunca tam önünde durarak kızı dansa davet eder.
Buna karşılık genç kız ağlama krizine girer. Bu duruma anlam veremeyen teğmen şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemez.
Felçli, yürüyemeyen bir kızı dansa davet ettiğini öğrenince şok olur. Bir de bu yaptığı gafın tüm şehre yayılacağı düşüncesi onu dehşete düşürür. Ve ev sahibiyle karşılaşmamak umuduyla oradan hemen ayrılır. Yaptığı hatadan dolayı yaşadığı suçluluk duygusu en önemlisi de bu gafın arkadaşlarına kadar ulaşabileceği korkusu onu sarıp sarmalar. Ancak ertesi gün aklına bir fikir gelir.
Genç kıza bir sepet çiçek gönderir. Ve bu çiçekle birlikte teğmen Hofmiller 'e bu malikanenin kapıları sonuna kadar açılır.
Günden güne kendini daha fazla acındıran bir babanın ve hep istediklerini yaptırmaya alışmış felçli bir kızın boyunduruğu altına girmeye razı olan teğmenin; diğer yandan da çevrenin bu durum karşısındaki vereceği tepkilerden çekinmesiyle yaşadığı gelgitleri bir film izler gibi izliyor, heyecanla satırları okuyorsunuz..
Kaçarak hayat boyu vicdan azabı içinde yaşamak mı yoksa sabırla tahammül ederek acıdığınız kişinin esareti altında yaşamak mı ? Sizce hangisi daha az acı verir insana?
İşte bu sorunun cevabını bu romanın sonunda öğreniyoruz.
Kitabın sonunda;
Bir genç kızın ve teğmenin verdiği acele kararlar sonucu olaylar trajik bir hal alıyor, belki sadece biri acele etmeyip beklese sonuç çok farklı olacağı düşüncesine kapılmadan da edemiyorsunuz.
Yazar kitabın sonunlarına doğru farklı seçimlerde bulunmuş iki karakterin yolunu bir operada kesiştirerek bize yaşanılanları ve sonuçlarını çok net bir şekilde hissettiriyor...
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder